Kut’ül Amare (Son Hilal)
Ben, Osmanlı Saflarından Murat. 19 yasında İhsan Bey’in emriyle düştüm cephe yollarına. Anam gönderdi cepheye. ’’Git o cepheye de gavurlar bir arslan görsün’’ dedi. Anamın hızıyla düştüm cephe yollarına. Benim hikâyem böyle başladı…
Tarih oldu Aralık 1915. 2 yıldır baba ocağına gittiğim yok. Muharebelerde nice gardaşlarımı kaybettim. Vatan, bu cephede şühedanın bileşiği. Onlar vatanı için canını hiçe saydılar. Yok gördüler kendilerini. Bir mehmetcik ben olamadım, varamadım gardaşlarımın yanına. Peygamberime komşu olamadım. Tüfeğimi buldum dost, ona anlattım tüm derdimi. O da sağolsun derman oldu derdime.
Bugünler bir başkaydı. Bu günler yaşadığımız atmosfer hiçbir şiirin içinde yoktu. Ya da öyle bir şair yoktu. Çok zordu yaşadığımız atmosfer. Açlıktan ölen kardeşlerimizi görmek bize dayanma hırsını kaybettiriyordu. Ama bu son günlerde hepimiz hiç olmadığımız kadar güçlüydük. Dayanıyorduk, çünkü bu dava Vatan’dı. Uğruna doğduğumuz, büyüdüğümüz ve bugün cephede oluşumuzu sağlayan vatanımızdı. Kalplerde ne bir şüphe vardı. Ne de bir ufak korku. Hepimiz arslanlar gibi davamızı göklere çıkarma azmindeydik. Hilâl davasıydı bu. Bugün vardık ve sebebimiz bu hilâl ve yıldız uğrunaydı. O sandıkları ‘’Hasta Adam’’ yoktu artık. Büyük bir tunç gibi geliyorduk. Hepimiz şehadete, hepimiz şehadete gidiyorduk. Aklımızda neslimiz vardı. Bugün yapacaklarımız neslimize yol olacaktı.
Mareşal Paşam, her şeye rağmen başımızdaydı. Irak Kut’a gidiyorduk. Daha önce İngilizlerin baskısı Nurullah Bey’in yenilmesine ve çok sayıda kayıpla Kut’u vermemize sebep olmuştu onlarca kardeşimin burada şehit olduğunu görmüştüm. Bu acı veriyordu. Ama dayanmalıydık. Kut’u tekrar almaya gidiyorduk ve başımızda Mareşal Paşa’mız vardı. Daha fazla kişiyle geri dönmüştük. Kut bizim olacaktı. Mareşal Paşa’m güveniyordu ordusuna. Ben heyecanlıydım çünkü bir kez daha şehit olma şansı bulacaktım. Ya da yine düşman öldürüp geri dönecektim. Ordumuzda yalın ayak gelenler, açlıktan kemikleri sayılacak şekilde olan gardaşlar ve tam tersine güçlü ve kuvvetli gardaşlar da vardı. Hiçbirimiz dış görünüşü önemsemiyorduk. Önemli olan duyguydu bizim için; önemli olan Vatan sevgisiydi. Hiç birimiz toplardan tüfeklerden korkmuyorduk çünkü biz Osmanlıyız. Bu toprakları mayalayan ise benim-senin şehit gardaşlarımızın kanıydı.
İlk kurşunu Mareşal Paşam atmıştı. Devamınıda gardaşlarımla beraber biz getirmiştik. Takviye birlikler bize güç katmıştı. İlk kuşatmaya göre daha fazla kişiydik(sayımız onlarla aynıydı). Gardaşım Mehmed’i ilk kuşatmada burada kaybettim. Allah rahmet eylesin, orduda çok güzel Kuran’ı Kerim tilaveti yapardı. Ordunun en küçük hafızıydı. Babam onu hafız etmiş, öyle yollamıştı cepheye. Neredeyse ordunun yarısına okuma yazmayı da o öğretmişti. Çok iyi gardaşlarımızı burada kaybetmiştik. Ama İngilizler bizden daha kötü durumdaydı. 1. 200 kayıp verdiklerini görünce komutanları, geri çekilin emrini vermişti ve İngilizler yenildiğini kabullenmişti artık. Bu sırada İngilizler tarihteki ilk havadan yiyecek ve muhimmat ikmal harekatını gerçekleştirmişlerdi. Ordu’da büyük gelişme olmuştu. Bağdat’taydık karargâh buradaydı.
Mareşal Paşam tifüs hastalığından vefat etmişti. Ordu yıkılmıştı resmen. Ben, hem gardaşımı hem de Paşamı kaybetmiştim ama dayanmalıydım. Ben bu Vatan için doğmuştum ve yüreğimde bir ses. Sen, Osmanlı saflarından Murat’sın, kendine gel ve şehidine dualarını eksik etme. Onlar varsa sen varsın. Şehidin yoksa Vatan’ın da yok. sürekli bu sözler aklımdan geçiyordu. Başımıza genç bir Komutan gelmişti. Mareşal Paşa’mızın yerine. İsmi Halil Paşa’ydı. Çok zeki ve çevik bir paşamızdı. Kelimelerinde hep arslanlar diye başlardı. Kut’u tekrar almaya gidiyorduk. Kut bizimdi, başka çaremiz yoktu. Kut meydanında Halil Paşa’mızla düşmanları etkisiz hale getiriyorduk ve açlıktan ölecek hale gelen İngiliz ordusunun generali bize doğru beyaz bir bayrakla geldi. General; 13 general, 481 subay ve 13. 300 er ile Osmanlı Kuvvetleri’ne esir olduklarını söyledi. İngilizler çok açtı. Açlıktan ölenleri vardı neredeyse. Kut’ul Amare bizimdi artık. Zafer Hilâlindi!
Halil Paşa’m bizlere şöyle bir konuşma yaptı o gün,
Arslanlar! Bütün Osmanlılara şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de ikinci zaferi burada görüyoruz. Demişti. Hepimiz çok gurulandık. Birbirimize sarılıyorduk.
İngiltere’de olan Generaller, askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi olarak adlandırmışlar Kut-ül Amare zaferini. Kaldırmak zordur tabii Osmanlı Tokadını…
İngiliz esirler bizim iyi niyetimiz ile bizim alanımız da futbol denen bir oyun oynuyorlardı. Bize de öğrettiklerinde güzel bir hava vardı Osmanlı saflarında gülüyordu hepimizin yüzleri. Allah’a şükrediyorduk bugünü de gördüğümüze. Ve asla aklımdan çıkaramayacağım bir anı orada görmüştüm. Kardeşimin mektubunu. Kanlıydı ve içerisindeki yazılar zor okunuyordu…
Kardeşim Mehmet’in yazdığı kanlı mektup neler diyordu:
Anacığım, Babacığım ağabeyimle burada çok mutluyuz, şehadete geldik ana biz, senin oğulların vatanına şehit olmaya geldi ana. Belki bu size yazdığımız son mektuptur ana. Burada ağabeyim çok güçlü bir onbaşı olmuş keskin nişancı görevini o almış ana. Sakın ağlama canım anam biz bembeyaz güvercinler olacağız. Bu cephede sen-ben yok. Hakkınızı helal edin -Hafız Mehmet
Kur’an-ı Kerim tilavetleri devam ediyordu Osmanlı saflarında. Cuma namazından sonra İshak gardaşım ne güzel özetlemişti şehitlik makamını. O anlattıkça gözlerim doluyor aklıma gardaşım, hafızım geliyordu. Bütün şehitlerimiz Allah yolundan sapmayan koca yürekli koca birer Hilâl olmuşlardı. Sahibine ulaşamayan kanlı mektuplardan binlercesi onlarla beraberdi. Uçuyorlardı bu semada biz göremezdik. Biz göremezdik çünkü nefsimiz kapıyordu mübarek gözlerimizi. Yüce Rabb’imiz de onlardan bahsetmişti ve bizim anlayamayacağımızı da belirtmişti.
General Maude yönetimindeki Yeni İngiliz ordusu toparlanmış ve yeniden Kut’u almaya geliyorlardı. Çok daha güçlülerdi. Deniz yollarını da kullanıyorlardı. Görüyorduk ve çaresizdik. Ben elimden geldiğince mücadele etmiştim. Ama ne yazık ki benim hikâyem buraya kadar sürecekmiş, bu boş dünya hayatında Vatanıma ne kadar yardım ettiysem hepsi neslime helâlim olsun. Şehit olmuşum. Uçuyordum, bembeyaz güvercinler etrafında toplanmışlardı. Sanki ben hiç o hâle gelmemiştim. Bir yere götürdü bembeyaz güvercinler ve ne oldu biliyor musun? Peygamber alnımdan öptü kardeşim. Ey benim gönül eşim. Burada nice kardeşlerimi, dava arkadaşlarımı görüyorum. Hamd olsun Rabb’ime.
İşte, Osmanlı Ordusu’nun hilâl davasında ‘Ben buradayım!’ Diyişi, işte Hilâl’in zaferi, işte Osmanlı Ordusu’nun yüreği, canı, şehidi, her şeyi…
Bu Hilâl Davası asla bitmeyecek kardeşim. Bu hilâl davası sen-ben oldukça son bulmayacak kardeşim. Bu son hilâl sen olacaksın. Altın harflerle dünya’ya yazılsın Osmanlı’m, Son hilâl sönmeyecek kardeşim…
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.