Özledim-3 (Elif Lam Mim)

Nerden başlasam bilemiyorum ki? Iki büyük kaybedenin hikayesi bir büyük kayıpla biterse… Suç kimde? Aşkın suçlusu mu olur Allah aşkına… Aşkın sonucu olur sadece: kazanmak ya da kaybetmek. Sahi ben ne zamandır kazanamıyordum. Bu işte bir terslik olduğunu o zamanlar anlamalıydım. Doğrusu kaybeden olmama ihtimali beni o kadar mutlu ediyordu ki göz ardı ediyordum baştan başa yapayanlış süren birlikteliği.
Kaybedince hep, birilerine tutunma ihtiyacı duyuyorsun. Başını yaslayacağın bir omuz, dertleşeceğin bir sırdaş, sırtını dönebileceğin bir dayanak noktası… Dalgınlığıma denk geldi benim de Elif’e tutundum. Elif, dik duruşun simgesi, Elif Hak’tan başka boyun eğmez kimseye, Elif neyse o, dosdoğru olur her zaman… Ben de Lam’dım ama eğilip bükülen, yine de her seferinde ayaga kalkmayi başarandım.
Bir aralık sabahı gönlümü aralık bırakmış olacağım ki sığabildi sonunda gönlüme. O zamana kadar kapı eşiğinden kaçmak için her yolu deneyen o kadın, can havliyle attı kendini gönül kucağıma. Alıp sardım onu babamdan kalma son cümleme: Bir gönül ki ister yanar ister yakarsın.
Biraz geçmişe uzanalım. Çok değil bir iki ay öncesine.
Kasım ayındayız. Hazan mevsimi pılını pırtısını toplamaya başlamış yerini Elhan-ı Şita’ya bırakmaya hazırlanıyoruz. Altı aydır gönül ikliminde yaşadığım kadının saçlarında bir yaprak olmak için ne çok çabalamıştım. Hayallerimde nazlı bir gelin büyütüyordum her gece ve her sabah yeni bir düğün provasına hazırlıyordum hayallerimi. Bugün de olmadı. Bu işin oluru yok, demeye gönlüm el vermiyordu. Bir umut, küçücük bir umut zerresi yeterliydi gece düşlerimde bu birlikteliği yüceltmeye.
Ben bir başka hissettim bu kadını. Gönül bağı kurmuştum sanki. Sevinçlerini de kederlerini de ben yaşıyordum. Bir akşam vakti dostuma gidiyorum iki üç sokak öteye. Kafenin önünde kalbim durdu. Hayır, onu görmedim. Hissettim, buralarda bir yerde olduğunu, kokusunu… Devam ettim yoluma duran kalbimi o mekânda bırakarak. Hasbihal ettik birkaç kelime. Çayları yudumladık, sigaradan derin nefesler çektik ciğerimizin dört bir köşesine. Derken bir taş sesi aldı çay kaşığının yerini. Taş falan atılmadı merak etmeyin. Bu, ona özel belirledigim bildirim sesiydi. O sokakta bıraktığım kalbim alel acele geldi yerleşti yerine. Baktım mesaja:
Ohhh, ne eğlendim.
Ne güzeldi.
Çok mutluyum.
Orda mısın?
Hayyu!
Pişt!
Durmayacak galiba. Bir mesaj daha
Neredeydim diye sormayacak mısın?
Kadınları anlamıyordum, gerçi hala da anlamıyorum. Ancak hissedebildiğimi biliyorum. Nasıl ki onun o kafede olduğunu hissettiğim gibi.
Nerde olduğunu biliyorum, dedim. Inanmadı tabi haklı olarak. Ama bilmiyordu ki içinde ikinci bir ruh taşıdığını. Bütün benliğimle ona ait olduğumu o gün anladım. Yanlış anlamışım ben kendimden özür diliyorum.
Hayatta 12’ler benim için hep değerli olur düşünüyordum. Galiba turnayı gözünden vuramayacak bir insan için çok büyük bir beklentiydi bu. Büyük kaybeden olduğumu çabuk unutmuştum. Neden 12?
Aralık ayının 12’sinde girdi gönlüme, Ocak ayının 12’sinde doğmuştu ve bir sonraki 12 Şubat’ın da katliamcısı olacaktı. Bu yüzden sevmem ne gün ortasını ne gece yarısını. Bir ben bilirim 12 Şubat’ın üzerime düşen enkazını.
Dedim ya ben bu kadını hissettim. Eğrisini de doğrusunu da. O güne kadar ki eğrileri çok önemli değildi ama o gün benim hayatımda kabullenemeyeceğim iki tabuyu da aynı anda yıkacaktı: Yalan ve Aldatma. O yüzden hiç Nescafe 2’si bir arada içmem.
Akşam vakti… İş çıkışı… Eve bırakayım dedim.
-Yok işlerim var.
Seninle geleyim
-Olmaz
Peki dedim. Ayrıldık, bu ayrılığın son birliktelik olduğundan da habersizdim. Her gün eve gitmek için yürüdüğüm yolun aksine farklı bir yoldan gitmek istedi kalbim. Bugüne kadar kalbimi hiç kırmamıştım. Iyi ki o günde kırmadım.
Ileride bir park var. Oturdum yüzümü güneşin batışındaki kızıllığa yönelterek. Kapadım gözlerimi ama sanki gözlerimin önünden Elif beliriyor. Açtım gözlerimi. Çiçek hastalığına yakalansaydım da Aşık Veysel gibi görmeseydim bir başka eli kavrayan elini. Değil beynimden kaynar sular gökyüzünün üstünden lavlar yağsaydı acımazdı bu kadar bedenim. Mim kesildim, küçük bir nokta gibi kaldım acının ortasında.
Büyük kaybedendim ben. Kazanma arzusu kim olduğumu unutturmuş gerçekler ise yüzüme çarpa çarpa hatırlatmıştı. Galiba Elif-Lam-Mim’i yanlış anlamışım. Ben ona derdim ELİM meğerse bir harf eksikmiş o da Lamelif. Işte şimdi sana oldu mu ELEM.
Elimi, eleme sürmeden duramıyorum.

  • Okunma
  • 20 Nisan 2020
  • Hikâye
  • WhatsApp Yazı Linkini Kopyala
  • 4

    Lokman Özdemir

    @lokman56