Yeniden

Tarih tekerrürdür…

Mazimizdeki iftihar ve şükür vesilesi olan hadiseler tekerrür etsin. Yine o şanlı zaferlerimiz, dünyaya Hakk’ı Hakikat’i, adaleti, bilhassa insanlığı ve insan olmanın şuurunu aşıladığımız günler gelsin.

Ama önce o zaferleri ve bizim o şanı kazanmamız vesile olan şartların, kuralların yani “İlahi Kanunun” tekerrürünü talep etmeliyiz.

Çünkü bize şan, şeref ve özgü kazandırarak yücelmemize sebep olan da ona uymayarak batmamıza, yerin dibine girmemize sebep olan da Kuran-ı Kerim’in muhtevasınca bir hayat yaşayıp, yaşamadığımızdır. Unutulmamalıdır ki ne kadar değer verirsek o kadar değer görürüz.

Bir zamanlar dünyaya adeletle hükmediyorduk. Öyle ki Avusturya’nın Hükümdarı bizim Vezir-i Azamımıza makam olarak eş geliyordu. Lakin 20. yy ‘ın sonlarında malesef gördük ki bizim başbakanımızın Amerika başkanının önünde el pençe duruyordu. Bunun sebebi ;Allah’ ın koyduğu kaidelere uymadığımızda, ahireti bırakıp kendimize tamamen dünya eksenli bir yaşam belirlediğimiz vakit başımıza bu tür sebepler gelmiştir. Yine calib-i dikkattir ki ülkemizin siyasi, ekonomik, içtimai (toplumsal) buhranlardan geçtiği dönemler, ezanın türkçe okunduğu, camilerin ahıra çevrildiği, Kur’an okumanın vel hasıl dini yaşamanın yasak olduğu dönemlerdi.

Yani biz ne kadar Kur’andan, Allah’tan, dinden, imandan uzaklaşmaya çalışıyorsak bizim de değerimiz o nisbette düşüyor. Çünkü bize değer veren de aln da imanımızdır. Başka bir deyişle Allah’ın bizim için koyduğu kurallara uymak zorundayız, çünkü biz buna muhtacız.

Misal olarak: Allah Teâlâ, bize tembelliği yasaklıyor. Çalışmayı, çabalamayı, üretmeyi emrediyor. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s. a. v) ‘de bir hadis-i şerifinde:
“Bir günü diğeri ile aynı olan ziyandadır. ” buyuruyor.

Eğer biz de Allah (c. c. )’ın ve O’nun Peygamberinin sözünü tutmayarak tembellik, korkaklık yaparsak hiç bir şey elde edemeyiz. Hüsrana gark oluruz. Mazimizdeki tembellik edip de yatanın ne elde ettiği ve bunun tam tersi azimle, gayretle, tabiri caizse canını dişine takarak çalışanın ne elde ettiği aşikar. Her zaman çalışan kazanıyor, bu gayr-i Müslim olsa dahi…
Nitekim Allah (c. c. ), ayet-i kerimede:
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. ” buyuruyor.

Ama biz unutmamalıyız ki Allah ve Resulünün isteği doğrultusunda çalışırsak, Allah bizim yanımızda olacaktır. Bu sebeple de gayr-i Müslimlerden bir sıfır önde oluruz. Fakat biz Müslümanlarda yan gelip yatarak, Allah’ın yapma dediğini yaparsak, hem dünyevi hem uhrevi açıdan bir şey elde edemeyiz. Çünkü çalışan kazanıyor, tembellik eden değil.

Fakat biz insanoğluyuz. Bahanelerimiz bitmiyor. İşimize gelmediğinde başlıyoruz sebepler uydurmaya: Yok işte ben çok hastayım, ben çok fakirim, benim çok malım var vesaire…

Kardeşim ne biz Hz. Eyüb’den çok hastayız, ne de Hz. Muhammed’den çok fakiriz. Gün gelir Peygamberimiz karnına taşlar bağlardı. Bizim durumumuz O abide şahsiyetleden daha mı kötü.

Ama en çok da bahane edilen candır. Herkesin canı kendisi için çok kıymetlidir. Herkes der ki “Benim canım çok değerlidir. ” Ama şunu unutuyoruz ki: Allah bize can vermiş, nimetler vermiş, dünyadaki bütün hayvanatı nebatatı eşyayı bizim hizmetimize vermiş. Eğer biz bize bu kadar nimet ile donatan Yüce Rabbimiz’ e yine onun verdiği canı vermeyeceksek kimin yolunda vereceğiz. Unutmamalıyız ki Allah ve Habibi in yolunda can feda etmek: Din, vatan, namus için canından vazgeçebilmek Çanakkale kahramanlarının en büyük vasfı değil miydi?

Tarihimize şan katan en mühim unsur; askerinden komutanına, hükümdarın dan ulemasına her bir ferdin ahiret ufuku bir bakışla ahiret ve dünya seçeneği karşısına geldiğinde dünyayı elinin tersiyle iterek, ahireti seçmesidir. Çünkü asıl saadet dünya saadeti değil ahiret saadetidir. Dünyada sorsalar” Sana bir damla su mu verelim, yoksa şu sonsuz deryalar mı?” diye. Hiç şüphesiz hepimiz sonsuz deryayı seçeriz. Fakat söz konusu Allah yolunda çalışmak olunca nasıl oluyor da elimizin tersiyle itebiliyoruz?

Aslında ne duymazlıktan geliyoruz, ne de elimizin tersiyle istiyoruz. Sadece hakikatleri unutuyoruz. Nitekim bunu önlemek için ecdadımız, camileri ve özellikle de mezarlıkları şehrin ortasına yapmıştır ki, iş yoğunluğu veyahutta başka yoğunluklar sebebiyle ölüm hakikatini unuttuğumuzda bu mezar taşlarını görerek kendimize gelmemiz sağlanmıştır. Hülasa ölümü, ahireti ve hesabı hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü Allah’ı unutan kişi günah işler. Hiç kimse hesaba çekileceğini bile bile günah işleyemez. Mezarlıkları şehir merkezlerine yapılmasının yegane sebeplerinden birisi de budur. İşte bu da bizlere Osmanlı’nın eşi benzeri olmayan ince hassasiyetini gösteriyor. Zaten Osmanlı’ yı da Osmanlı yapan bu hassasiyetler idi. İşte bizim de dedelerimizin bize bir numune olarak bıraktığı o hassasiyetlerimize sahip çıkmalıyız…

Abdussamed KARADEMİR

Son Düzenleme: 1 Mayıs 2020 / 17:01
  • Okunma
  • 25 Nisan 2020
  • Deneme
  • WhatsApp Yazı Linkini Kopyala
  • 1
    25 Nisan 2020 / 21:51

    Güzel bir çalışma olmuş, elinize sağlık…

    25 Nisan 2020 / 21:56

    YENİDEN o şanlı günlere kavuşmak ümidiyle…